Atatürk

Atatürk
Atatürküm

Ben Mustafa Kemal'im

Ben Mustafa Kemal'im
Ben Mustafa Kemal'im

İzleyiciler

19 Mart 2011 Cumartesi

Anadolu’daki Ayaklanmaların Tarihsel Boyutu

Anadolu’daki Ayaklanmaların Tarihsel Boyutu
Kurtuluş Savaşı sürerken Meclis bir taraftan da Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde başlayan “ayaklanma ve isyanlarla” uğraşmak zorundaydı. Söz konusu isyan ve ayaklanmalar Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve Mustafa Kemal vefat edene kadar devam etti.

Peki bu ayaklanmaların genel karakteristiği neydi?
Tarih kitapları Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun peşinden Anadolu’da kurulmuş küçük bir devleti kronolojilerine eklerler. Anadolu Selçuklu adı verilen aslında tek parçalı ve bütünlüklü bir yapıdan söz edilemeyecek bir devlettir bu.
Anadolu, Selçukluların etkisini tamamen yitirmesinden sonra içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun tohumunu taşıyan “Beyliklere” bölünecektir.
Beylikler bir anda mı ortaya çıkmıştı yoksa uzun bir zamandır oradalar mıydı?
Osmanlı’dan devam etmek gerekirse; Yavuz Sultan Selim’e kadar olan padişahlar genel olarak batıya, Avrupa’ya doğru devletin gelişmesini tercih etmişlerdir. Bunun kuşkusuz bir takım özel sebepleri olmakla birlikte Anadolu’nun o karmaşık yapısının da etkili olduğuna şüphe yok. Yavuz Sultan Selim biraz da İran’ın etkisi yüzünden doğuya seferler düzenlemek ve Anadolu’nun İran’a kadar bölümünü devletin sınırları içine katmak zorunda kaldı. Osmanlı’nın İran’a dayandığı sınır günümüzde de aynen korunmaktadır.
Haritayi büyüt

Anadolu’nun çok etnik kimlikli yapısı kuşkusuz sadece oraya özgü değildi. O zamanlar Fransa’ya da gittiğinizde belki onlarca farklı etnik yapıya rastlamak mümkündür. Almanya’nın birliğini diğer modern devletlere göre geç kurmuş olmasının temelinde de bu parçalı yapısı vardır ki, Almanya hala federatif bir devlet kimliğindedir. Fakat o bütünü oluşturan federasyonlarının kimliklerinin eskisi kadar net çizgilerle ayrılıyor olduğunu söylemek kuşkusuz zordur.
“Kapitalist modern insanları kimliklerine göre değil, sermayelerine göre gruplandırmayı tercih etmektedir.”
Ancak modern devletler zaman içinde bünyelerinde bulunan bu kimlikleri erittiler. Kapitalizmin ilk aşamalarında ortaya çıkan “milliyetçilik akımı” ulusal birliklerin kurulmasına neden oldu. Ancak feodal ilişkilerin sürdüğü coğrafyalarda aşiret, boy, klan türü birlikler devam etti.
Anadolu da bu ilişkilerin sürdüğü çok önemli bir toprak parçası olarak üstelik yapısını günümüze kadar taşıyarak Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüştü.
Osmanlı zamanında da çeşitli ayaklanmalar, merkezi devlete karşı baş kaldırmalar oldu. İmparatorluk zaman zaman askeri kiminde de uzlaşmayla, bölgenin insanlarını devlete bağlı valiler haline getirerek diplomatik yollardan bu isyanları bastırmıştır.
Ancak etnik kimliği ön plana çıkaran modern tarih yazıcıları bu türden ayaklanmaların hep ulusal kimlik boyutu vurguladılar. Oysa bölgeyi bırakım devletin kendisinde ulusalcılık, etnik kimlikçilik diye bir bilinç oluşmamıştı. İmparatorluğun içinde kuşkusuz gelişim eşit olmuyordu. Osmanlı’nın ilk olarak topraklarına kattığı Avrupa’daki kara parçaları önce elden çıktı. Çünkü buralarda ekonomik altyapıdaki dönüşme paralel olarak ve modern Avrupa devletlerine yakın olmalarının getirdiği avantaj ile ulusal kimlik uyanışı oldu. Ancak dikkat edilirse, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar Afrika’ya yayılan toprakları vardı ve buralarda ciddi bir ulusalcılık yoktu, emperyalistlerin kışkırtmaları yaşanıyordu. Emperyalistler, o topraklarda yaşayan insanları Osmanlı’ya karşı ayaklandırıp, kendilerine bağladılar ki bu çok ilginç bir “özgürleştirme” savaşıdır!
Anadolu’da etnik temelli ilk ayaklanmayı Ermeniler yapıp, devlete isyan bayrağını açtılar. Bunun sonuçlarını biliyoruz.
Ancak Anadolu başta dediğim gibi çok fazla aşiret barındırıyordu içinde. Bunların bazıların dinsel motif farklılıkları da mevcuttu. Aleviler gibi…
Kuruluş Savaşı, öncesinde yapılan kongreleri ve kurulan meclisi ile bir merkezi modern devletin devrim hareketi gibiydi. Modern devlet her şeyi merkezi hale getirmek istiyordu. Örneğin Osmanlı’nın 600 küsur yıllık tarihi aynı zamanda vergi reformlarının tarihidir, iktisadi açıdan.

Feodal düzenin temelinde olan beyler belli bölgede egemenlik kurup, orada yaşayan insanları kendisine bağlayarak, onların üzerinden vergi alıp, bir kısmını devlete gönderiyordu.
Osmanlı da benzer uygulamalar vardı.
Ancak modern devlet anlayışı bunu bozacaktır. Devlet kendi vergisini memurları aracılığıyla toplayacaktır. Hatta eski ilişkileri yok sayarak yeni kapitalist ilişkileri idame ettirecektir.
İşte bu feodalizmin, aşiretlerin, beylerin sonu demektir.
Bunun farkına varan bir takım aşiretler merkezi devlete karşı ayaklanmaya başlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yaşadığı isyanların temelinde feodalizm vardır, etnik ayrımcılık az denecek kadar sınırlıdır.
Cumhuriyet bu ayaklanmaların bir kısmının üzerine çok sert tedbirlerle gitmiştir. Şeyh Sait İsyanı buna örnektir. Yine günümüzde sıklıkla anılmaya başlayan Dersim de merkezi otoriteye karşı duruş çok güçlüdür. Merkezi devlet, bugün savunulduğu gibi orada yaşayanlar Kürt ya da Alevi olduğu için değil, otoriteye bağlı olmadığı için askeri yöntemi seçmiş ve çok sert şekilde bastırmıştır.
Kuşkusuz bugün onların kimliklerini daha belirgin bir şekilde dile getiriyoruz ve yine taraflı tarihçi bakışı algıda seçicilik yaparak hem bu ayaklanmaları etnik/dini bir temele oturtmaya gayret gösteriyor, diğer yandan da şiddetin kaynağının yine o insanların etnik/dini kimlikleri olduğunu iddia ediyor.
Merkezi devlet aynen Osmanlı’nın da yaptığı gibi bir takım aşiretlerle anlaşma yoluna da gitmiştir. Kuşkusuz bu “gelenekselcilik” bölgedeki feodal yapının yeni milenyuma kadar yaşamasına neden olmuştur.
Osmanlı’nın Sünni yapısından en fazla etkilenen Aleviler için de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısı koruyucu olmuştur. Alevilerin kurucu parti CHP ile olan ilişkilerinin temelinde böylesi güçlü bir ittifak vardır. Ancak bu ittifak özellikle 1970’li yılların sonlarına doğru ve 1990’lı yıllarda yapılan bir takım provokasyonlarla zedelenmiştir.
Türkiye ekonomik olarak gelişirken kuşkusuz onu bir araya getiren ve tutan varlıkların da bilinçlendiğini görebilmemiz gerekiyor. Bu yepyeni ekonomik ilişkiler, paylaşımlar demektir. Doğu ve Güneydoğu’da aşirete dayalı feodal yapı çözülüyor ve kapitalist ilişkiler güçleniyor. Bu da liberal, özgürlükçü fikirlerin ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor.
Türkiye bu yeni ve hızla gelişen duruma göre üstyapısal örgütlerini, yapılanmasını yeniden gözden geçirmek zorundadır. Yaşanan kaos değişimin öncesindeki bir doğum sancısı olarak da görülebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı, anıları, fotoğrafları, nutukları, mektupları, devrimleri