İlk olarak 1927'de kutlanan Çocuk Bayramı'nda gerçekleştirilen etkinlikler için Mustafa Kemal Paşa arabalarından birini çocuklara tahsis eder; o yıl Ankara'daki kamu binalarından birine de Çocuk Sarayı adı verilir ve burada bir çocuk balosu düzenlenir. İşte gelecek, saraylara layık görülen bu çocukların elindedir.
Sonra, bu çocuklar büyür ve gelecek bu sefer bizlerin eline geçer. Gözlerinden hayat fışkıran çocuklar olarak 23 Nisanları coşkuyla, ulusal gururla kutlardık… İçinden sevinç, coşku, hayat akan; Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini, ruhunu aldıkları eğitimle içselleştirmiş; Cumhuriyet’in, aydınlanmanın gururunu yüreğinde taşıyan Cumhuriyet’in üçüncü kuşakları olarak bizler (Hasan Ali Yücel’in, İsmail Hakkı Tonguç’un öğretmenlerinin öğrencileri) en saf bakışlarımızla bize armağan edilen bayramın tadını çıkarırken geleceğe umut olup yağardık…
Ne acıdır ki BUGÜN, pek çok çocuğumuz 23 Nisanları okullarının dışında herhangi bir yerde, evlerinde ya da bilgisayarlarının karşısında, uyuşuk, sanal bir âlemde, umutsuz ve gelecek kaygısından yoksun ve uzak bir halde geçiriyor. Avrupa Birliği’nin 2011 raporuna göre Türkiye’de 9-16 yaş arası çocuklar arasında Facebook kullanımı yüzde 86 seviyesinde; aynı oran AB’de yüzde 57. Anlayacağımız çocuklarımız Facebook’ta Avrupa birincisi.
Örneğin biz sınavlarda kopya çekmeyi de bilmezdik; hele ki organize kopya faaliyetleri düzenlemeyi, organize kopya faaliyeti düzenletileceğini aklımızdan geçirmek şöyle dursun, aslında kopya kelimesinin anlamına bile vakıf değildik tam olarak. Öyle ya, neden kopya çekmek isteyelim ki, neden kopya verelim; hepimiz benzer okullarda, benzer eğitimler alırdık. Aramızda farklı ailelerden, farklı görüşlerden, farklı inançlardan gelen arkadaşlarımız vardı elbette. Hepsi de bizim kardeşimizdi.
Bugün çocuklar kopya var, şifre var diye, geleceğimiz elimizden alınıyor diye sokaklara dökülüyor. Hem de bir değil yüzlerce, binlercesi birden; bir ülkenin öğrenci nüfusunun çoğunluğunu temsilen, en hafif ifadeyle “haksızlığa uğradıklarını” iddia ederek. Sehven de değil üstelik; bilerek ve isteyerek. Zamanında Çocuk Saray’ına layık görülen taçsız prensler ve prensesler kaybettikleri güveni bulmak, geleceklerini ve taçlarını geri kazanmak için yürüyorlar sokaklarda. Aslında, kendilerine emanet edilen geleceğin onların elinden, başkaları tarafından alınmasına karşı çıkıyorlar bir anlamda…
Her şeye rağmen çocuklarımızın 23 Nisan Bayramı kutlu olsun. Gelecek hepimize umut olsun.
Küçük, marjinal, beyaz bin grev
Sağlık çalışanları Türkiye’nin dört bir yanında iş bıraktı. Beyaz Grev geçtiğimiz hafta 2 gün süreyle harekete geçti. Güvencesiz çalışmanın, performansa dayalı ücretin, böylesi bir sağlık sisteminin kabul edilemez olduğuna inanan binlerce sağlık çalışanı yılmadan, ısrarla seslerini duyurmaya devam ediyorlar. Hatta bu uğurda yaratıcı protesto yöntemlerine başvuruyorlar. Örneğin, İzmir ve Muğla’da, performans sisteminin ruhuna lokma döktüren sağlık çalışanları sistemin mekanikliğine, bedbahtlığına ve ölmüşlüğüne atıfta bulunuyorlar olsa gerek. Sosyal devlet olmanın gereklerinin başında gelir sağlık. Ne vahşi kapitalizmin ellerine, ne de tüccar ellere bırakılamaz. En sağlamından bir kamusal himaye sistemi işletilmelidir sağlık söz konusu olduğunda. IMF ya da Dünya Bankası’nın dikta ettiği, yetişmiş insan gücünü heba eden, emeğe hak ettiği değeri vermeyen yasa ve düzenlemelerin sağlıklı sürdürülebilecek bir sağlık sistemi oluşturması beklenemez.
YSK vetosu ve sonrası
Ortalık ayağa kalktı, insanlar sokağa döküldü. Militan Kürt gruplar ayaklandı; bildiriler yayınladı, gözü kara tehditlerde bulundu. Gösterilerde can kaybı yaşandı… Siyaset sarsıldı. Endişe verici bir atmosfer yaratıldı. Ve yorulduk. Sonuçta ne oldu? Başladığımız yere geri döndük. YSK söz konusu 12 isimden 7’sine oybirliğiyle vize verirken 2 adayın durumu henüz belirsizliğini koruyor. İnsanların canının yanmasına değdi mi? Değmedi. Yine de, siyasetçilerin düzenlemelerini, kurallarını uygulayan yargıya haksızlık edilmemeli diye düşünüyorum. Onlar sorumlu tutulmamalı. Yanlışlık neredeydi öyleyse? Yanlışlık yüzde 10 barajında… Henüz seçim barajı bile indirilemezken; halkın tam temsilini gerektiren gerçek bir demokrasi idealine nasıl erişebiliriz ki... Sorunun çözülebilmesi için bu çatışma ortamının yaşanması mı gerekiyordu? Aslında gerekmiyordu. YSK da, barıştan yana olduklarını her fırsatta dile getiren BDP temsilcileri de, Kürt grupları da biraz daha soğukkanlı davranmayı başarabilselerdi olaylar bu derece tırmanmazdı. Ve böylece arada kaybeden bir kez daha güven duygusu olmazdı.
Bedri Baykam'a
Sayfa arkadaşım Bedri Baykam’ın, Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımına karşı düzenlenen bir toplantıdan çıkarken bıçaklanmasını; bıçaklandıktan sonra hastaneye yetiştirilmek için attığı yardım çığlığına karşı etraftaki, arkasına bakmadan kaçan, onu otomobillerine almayan, yardım isteyen sesini duymayan insanların akla mantığa sığmayan vurdumduymazlığını; kültüre ve sanata karşı, Bedri Baykam şahsında gerçekleştirilen bu hain öldürme teşebbüsünü kınayarak ve lanetleyerek kendisine geçmiş olsun ve acil şifalar dileklerimi gönderiyorum.
Hayrünnisa Gül’ün Bedri Baykam’ı ziyaretini ise kutluyorum. Gönül isterdi ki Sayın Başbakan, İbrahim Tatlıses’i ziyaret ettiği gibi Bedri Baykam’ı da ziyaret etseydi... Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da hakeza. Hastaneden telefonla aldığı bilgiyle yetinmeyip bu değerli sanatçımızı bizzat ziyaret etseydi daha güzel olmaz mıydı…
23 Nisan 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı, anıları, fotoğrafları, nutukları, mektupları, devrimleri