Mustafa Kemal Atatürk, Avrupa’nın modern dünyada üstün bir konuma ulaşmasının ardındaki temel nedenin, Hıristiyanlığın dogmatik otoritesinden kurtulması olduğunu çok iyi fark etmişti. 13. yüzyılda Roger Bacon’ın öncülük ettiği ve 18. yüzyılda Voltaire gibi düşünürlerin sürdürdüğü kiliseye karşı mücadele, özgür düşüncenin zaferiyle sonuçlanmıştı. Eğer bu mücadele yaşanmasaydı, Avrupa bugün hâlâ Ortaçağ karanlığında kalmış olabilirdi.
Oysa aynı dönemde İslamiyet, henüz genç bir din olarak, Asya, Afrika ve Avrupa’yı kapsayan geniş bir coğrafyada dinamik bir medeniyet inşa etmişti. Osmanlı İmparatorluğu, İslam kültürü temelinde çağının en güçlü devletlerinden biriydi. Ancak bu güç ve istikrar, zamanla Osmanlı’yı bir rehavete sürükledi. Avrupa’daki bilimsel, felsefi ve sanatsal devrimler dikkatle izlenmedi. İslamiyet’in ilk dönemlerinde bilim, sanat ve felsefeye gösterilen ilgi, giderek yerini durağanlığa bıraktı. Bazı din adamlarının yetersizliği ve engellemeleri, bu gerilemeyi hızlandırdı. Sonuçta, bir zamanlar zaferden zafere koşan Osmanlı, yenilgilerle sarsıldı ve nihayetinde “Devlet-i Aliyye” çöktü.Atatürk, bu çöküşün karşısında iki yol görüyordu: Ya İslam’ı özündeki akılcı ve evrensel değerlere döndürecek bir reform hareketi başlatacaktı ya da daha hızlı ve etkili bir çözüm olarak lâikliği benimseyecekti. Atatürk, ikinci seçeneği tercih etti ve din ile devlet işlerini kesin bir şekilde ayırarak modern bir toplum inşa etmeyi hedefledi.I – Dinle İlgili Yasal ReformlarCumhuriyetin ilanıyla birlikte, dinin toplumsal ve devlet işlerindeki rolünü düzenleyen bir dizi reform yapıldı. Bu reformlar, lâiklik ilkesini güçlendirmeyi ve toplumu modern bir yapıya kavuşturmayı amaçlıyordu. İşte başlıca düzenlemeler:
Oysa aynı dönemde İslamiyet, henüz genç bir din olarak, Asya, Afrika ve Avrupa’yı kapsayan geniş bir coğrafyada dinamik bir medeniyet inşa etmişti. Osmanlı İmparatorluğu, İslam kültürü temelinde çağının en güçlü devletlerinden biriydi. Ancak bu güç ve istikrar, zamanla Osmanlı’yı bir rehavete sürükledi. Avrupa’daki bilimsel, felsefi ve sanatsal devrimler dikkatle izlenmedi. İslamiyet’in ilk dönemlerinde bilim, sanat ve felsefeye gösterilen ilgi, giderek yerini durağanlığa bıraktı. Bazı din adamlarının yetersizliği ve engellemeleri, bu gerilemeyi hızlandırdı. Sonuçta, bir zamanlar zaferden zafere koşan Osmanlı, yenilgilerle sarsıldı ve nihayetinde “Devlet-i Aliyye” çöktü.Atatürk, bu çöküşün karşısında iki yol görüyordu: Ya İslam’ı özündeki akılcı ve evrensel değerlere döndürecek bir reform hareketi başlatacaktı ya da daha hızlı ve etkili bir çözüm olarak lâikliği benimseyecekti. Atatürk, ikinci seçeneği tercih etti ve din ile devlet işlerini kesin bir şekilde ayırarak modern bir toplum inşa etmeyi hedefledi.I – Dinle İlgili Yasal ReformlarCumhuriyetin ilanıyla birlikte, dinin toplumsal ve devlet işlerindeki rolünü düzenleyen bir dizi reform yapıldı. Bu reformlar, lâiklik ilkesini güçlendirmeyi ve toplumu modern bir yapıya kavuşturmayı amaçlıyordu. İşte başlıca düzenlemeler:
- Eğitimin Birleştirilmesi (3 Mart 1924)
Atatürk, henüz Kurtuluş Savaşı devam ederken, 1921’de eğitimin geleceğine dair vizyonunu ortaya koymuştu. 16-21 Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Eğitim Kongresi’nde, ulusal eğitimin temel ilkeleri tartışıldı. 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolüne alındı. Medreseler kapatıldı; yerine İmam Hatip Okulları ve İstanbul Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi kuruldu. 1928’de Anayasa’dan “devletin dini vardır” maddesi çıkarıldı ve din eğitimi zorunlu olmaktan kaldırıldı. Arapça ve Farsça dersler, üniversite düzeyine taşındı. - İslam’ın Bilimsel İncelemesi
Atatürk, 1923’te İslam’ı bilimsel bir perspektifle ele alan bir İslam Araştırma Kurulu kurulmasını önerdi. Bu kurul, İslam felsefesini batı felsefesiyle ilişkilendirerek, Müslüman toplumların geleneklerini, ibadetlerini ve sosyo-ekonomik yapısını inceleyecekti. Modern tefsir ve içtihat uzmanları yetiştirilmesi planlandı. Ancak bu fikir, tasarı aşamasında kaldı ve tam anlamıyla hayata geçirilemedi. - Diyanet İşleri Başkanlığı (1924)
Diyanet İşleri Başkanlığı, dinin devlet işlerinden ayrılmasını sağlayan önemli bir kurum olarak kuruldu. Bu kurum, herhangi bir mezhebi ya da dogmayı dayatma yetkisine sahip değildi. Amacı, dinin siyasal ve hukuksal alanlardan bağımsız bir şekilde, vicdan özgürlüğü çerçevesinde yaşanmasını desteklemekti. - Halifeliğin Kaldırılması (1924)
Saltanatın kaldırılmasından sonra halifelik bir süre daha sürdürüldü. Ancak, halifeliğin Türkiye dışındaki Müslümanlar üzerinde bir otorite sağladığı fikri gerçekçi değildi. Türkiye, kendi iç işlerine karışılmasını istemezken, başka ülkelerin işlerine müdahale etmeyi de doğru bulmadı. Halife Abdülmecit Efendi’nin bazı eylemleri, halifeliğin Türkiye için faydasız olduğunu gösterince, bu kurum 1924’te kaldırıldı. - Şer’iye ve Evkaf Vekâletlerinin Kaldırılması (1924)
Tanzimat döneminde kurulan Şer’iye ve Evkaf Vekâletleri, medrese ve şeriat mahkemelerini yönetiyordu. 3 Mart 1924’te bu vekâletler kaldırılarak, bağlı kurumlar Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. - 1924 Anayasası (20 Nisan 1924)
1921 Anayasası’nın yerine geçen 1924 Anayasası, lâiklik ve millî egemenlik ilkelerini güçlendirdi. Altı bölümden oluşan bu anayasa, yasama, yürütme, yargı, kamu hürriyetleri ve mali işleri düzenledi. - Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (1925)
1925’teki Şeyh Sait İsyanı’nın ardından, tarikatların ve tekkelerin siyasal ve toplumsal alanda olumsuz etkileri olduğu görüldü. 13 Aralık 1925’te çıkarılan kanunla tekkeler, zaviyeler ve türbeler kapatıldı. Bu, dinin siyasetten arındırılması için önemli bir adımdı. - Medenî Kanunun Kabulü (1926)
Osmanlı’da kullanılan Mecelle, şeriat temelliydi ve modern toplumun ihtiyaçlarını karşılamıyordu. 1926’da İsviçre Medenî Kanunu, bazı uyarlamalarla Türkçe’ye çevrilerek kabul edildi. Bu, hukukun lâikleşmesi yolunda büyük bir adımdı. - Harf Devrimi (1 Kasım 1928)
Arap alfabesinin yerine Latin alfabesinin kabulü, eğitimin kolaylaşmasını ve okuma-yazma oranının artmasını sağladı. Bu devrim, Türk dilinin bağımsızlığını güçlendirdi. - Lâiklik İlkesinin Anayasaya Girişi (5 Şubat 1937)
1937’de Anayasa’ya eklenen “lâik devlet” ilkesi, din ve devlet işlerinin resmen ayrılmasını sağladı. Millî egemenlik, lâikliğin temel taşı oldu.
- Tapınakların Modernizasyonu: Camiler temiz, düzenli ve herkesin rahatça girebileceği mekânlar olmalı. Oturma sıraları ve temiz ayakkabılarla girilmesi teşvik edilmeli.
- Türkçe İbadet: Ayetler, dualar ve hutbeler Türkçe olmalı, böylece halk dinini daha iyi anlamalı.
- İbadetin Estetiği: İbadetler, güzel sesli müezzinler ve imamlarla, coşkulu ve etkileyici bir şekilde yapılmalı. Camilere müzik aletleri eklenmeli.
- Din Felsefesi: Din, felsefi ve bilimsel bir yaklaşımla ele alınmalı; Kur’an’ın evrensel ve insanî değerleri vurgulanmalı.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı, anıları, fotoğrafları, nutukları, mektupları, devrimleri