ÖZET
Bu makale, Amasya Genelgesi'nin bir ihtilâl bildirisi olup olmadığını  analiz etmeye çalışmaktadır. İlk önce söz konusu yazıda, Amasya  Genelgesi'nin I.Dünya Savaşı'ndan sonra hangi iç ve dış siyasî şartlarda  yayınlandığı üzerinde durulduktan sonra genelgenin Mondros  Mütarekesi'nden sonra İtilâf Devletleri'ne karşı başlatılan Türk Millî  Mücadele hareketi içinde, sanılanın aksine bir başlangıç değil vatan  savunması için merkezî örgütlenme konusunda önemli bir dönüm noktası  olduğu savunulmuştur.
Makalenin ikinci kısmı ise Amasya genelgesinin niteliği hakkındadır. Bu  bağlamda ihtilâl, inkılâp ve devrim kavramlarının analizinden sonra  Amasya Genelgesi'nin tanımlanması konusunda Atatürk ile genelgeye  ihtilâl tanımlaması yapan yazarların görüşleri değerlendirilmiştir.  Kanaatimce, Amasya genelgesi, ne kavram, ne de Atatürk'ün sözleri  açısından bir ihtilâl bildirişidir. Çünkü Atatürk, Amasya Genelgesi'ne  "ihtilal bildirisi" adını vermediği gibi kendi eylemleri için de hiçbir  zaman ihtilâl nitelemesinde bulunmamıştır.
Türk Millî Mücadele hareketinin en önemli dönüm noktası, hiç şüphesiz,  Amasya Genelgesidir. Aslında, bu belge, biri emekli (Rauf Bey), beşi  (Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir, Ali Fuad Paşa, Refet Bele,  Mersinli Cemal Paşa) muvazzaf general tarafından imzalanmış ya da  telgrafla onayı alınmış1 ve III.Ordu Kıt'aatı Müfettişi Mustafa Kemal  Paşa tarafından Anadolu'daki mülkî ve askerî yetkililere "tamim/genelge"  şeklinde gönderilmesinden dolayı "Amasya Tamimi/Amasya Genelgesi olarak  adlandırılmıştır2. Oysa genelge, Ali Fuad Cebesoy'a göre "Amasya  Mukarrerâtı/Amasya Kararları" idi3. Her şeyden önce bu genelge, İzmir'in  işgal edilmesiyle birlikte Yunan işgalinin Batı Anadolu'nun içlerine  doğru yayıldığı ve buna karşılık Anadolu halkının şiddetli tepki  gösterdiği bir döneme rastlamaktaydı4. Aynı zamanda bu dönem, Ocak  1919'da başlamış olan ve Osmanlı Devleti'nin kaderinin konuşulduğu ve 31  Mayıs'da, Osmanlı hükümetinin davet edildiği Paris Barış Konferansı'na  denk düşmekteydi. Daha da ilgi çekici olanı ise Amasya genelgesinin  ilgililere duyurulmasından bir gün sonra, 23 Haziran 1919'da, Osmanlı  hükümeti, daha sonra Misâk-ı Millî beyânnamesi'nde de "Türkiye'nin barış  şartlan" kapsamında dile getirilen "yeni Türkiye'nin sınırları"nı  içeren resmî bir muhtırayı Paris Barış Konferansı'na sunmuş olmasıydı5.
Ancak Amasya Genelgesi sözkonusu edildiğinde bu tarihî gelişmeler  üzerinde nedense pek durulmamaktadır. Onun daha ziyade Türkiye'nin iç  siyasî gelişmeleri içinde ele alındığı ve Mustafa Kemal Paşanın  eylemleri çerçevesinde "her şeyin başlangıcı" şeklinde değerlendirildiği  gözlenmektedir. Daha açıkça ifade edecek olursak, Amasya Genelgesi'nin  en önemli özelliğinin, Türk millî mücadele hareketinin amaç ve  yönteminin ilk defa açıklanması olduğu vurgulanmaktadır. Fakat, bu eksik  bir değerlendirmedir. Bilinenin aksine Amasya Genelgesi, Mondros  Mütarekesi'nden sonra ortaya çıkan bölgesel nitelikli Müdafaa-i Hukuk  hareketlerinin, perakende kurtuluş çarelerinin yaşanan siyasî gelişmeler  ortamında çare olamadığını dile getiren ve ülke çapında yekpare  örgütlenmeye olan acil ihtiyacı ilk kez ortaya koyan bir girişimdir6.  Tarihî süreklilik içinde olayları değerlendirirsek, Amasya Genelgesi'nin  "biricik özelliği" buradadır. Ne hikmetse Amasya Genelgesi'nin bu  özelliği göz ardı edilerek onun yukarıda eksikliğini vurguladığımız  özelliği abartılarak "ihtilâl beyannâmesi" olduğu dahi yazılmıştır. Bu  çalışmanın amacı, analitik bir tarzda aşağıdaki soruları sorarak Amasya  genelgesine atfedilen "ihtilâl beyannâmesi" nitelemesini sorgulamaya  çalışmaktır:
1-Kavram açısından: Amasya Genelgesi, ihtilâl kavramının tanımına ve gelişme aşamalarına uymakta mıdır?
2-Atatürk, Amasya Genelgesi'ni bir "ihtilâl beyânnamesi" olarak tanımlamış ve değerlendirmiş midir?
3-Eğer öyle değilse, bu tanımlama ve niteleme niçin yapılmıştır? Bunun ideolojik bir tarafı var mıdır?
1- Kavram açısından: Arapça bir kelime olan ihtilâl, azaltmak ve  kısaltmak anlamındaki "hail" kökünden gelmekte ve "kargaşalık,  düzensizlik, karışıklık" anlamlarını taşımaktadır. Bu anlamıyla ihtilâl,  "bir devletin siyasî teşkilâtını, kanunî şekillere hiç riayet  etmeksizin, değiştirmek üzere cebir ve kuvvet ile yapılan geniş mikyasda  halk hareketi" olmaktadır7. Türkçe Sözlük'de ise, bu tanım, aynen  sadeleştirilerek yer almış ve sadece, hareketin amaçları arasına  sosyo-ekonomik yapının değiştirilmesi eklenmiştir8. Buna rağmen İbrahim  Kafesoğlu devletçi bir bakış açısıyla ihtilâli, her hal ve harekette  olumsuz görmekte, "mevcut bütünlüğü, ahengi bozmaya, düzeni parçalamaya,  nizamı dağıtmaya yönelik" bir nitelik taşıdığını düşünmektedir9. Ancak,  hukuk tarihçileri, bu düzensizlik eylemini/ihtilâl hareketini meşru  gösteren tek unsurun, mevcut sistemin zor kullanarak iktidarda kalma  çabası olduğunda hemfikirdirler. Bu ise zulümle ayakta durmaya çalışan  sisteme karşı her türlü direniş hareketini meşru kılmaktadır. Buradan  hareketle bir hukuk tarihçisi olan Selçuk Özçelik, ihtilâli,  "memleketteki mevcut ve müesses siyasî rejim ve müesseselere karşı halk  kitlelerinin ayaklanarak mevcudu yıkıp onun yerine yeni bir siyasî  rejimin kurulması" olarak tanımlamıştır. Ona göre ayrıca ihtilâl, kanlı  bir olaydır10. Yine bir anayasa hukukçusu olan Hüseyin Nail Kübalı da  ihtilâli, dar anlamda, "zulme karşı direnme, bir isyan" olarak  açıklamıştır11. Aynı şekilde Yusuf Akçura da 2O.yüzyılın başında  ihtilâli bir ayaklanma olarak değerlendirmiştir. Nitekim Yusuf Akçura,  Eylül 1905'de birinci Rus devrimini konu alan makalesinde inkılâpdan  hareketle ihtilâli bir toplumda sosyal yapının birdenbire ve şiddetle  kısa zaman içinde bozulması olarak tanımlamıştır12:
"Her cem'iyyette sunuf-ı muhtelife-i ictimâ'iyye vardır. Sunuf-i  ictimâ"iyye muvâzene-i kat'iyye halinde asla bulunmaz. Her cem'iyyet  inkılâb-ı dâ'imidir. Lâkin bu inkılâb ekseriya o kadar ağır ve sakin bir  devamdır ki, bir zaman meyânında adetâ his olunmaz. İhtilâl ise  muvâzenet-i ictimâ'iyyenin birdenbire ve şiddetle bozulmasıdır. İhtilâl  kısa zaman içine sıkıştırılmış inkılâp dernektir."
Aynen Yusuf Akçura gibi Ahmet Mumcu da, ihtilâli bir toplumda sosyal ve  iktisadi dengenin bozulması sonrasında ortaya çıkan "kısa süreli ve sert  bir eylem" olarak değerlendirmiştir. Ona göre ihtilâlciler, zaman  kaybetmemek için eylemlerini kısa sürede bitirmek istemekte ve ondan  dolayı da şiddete başvurmaktadırlar.Sonuçta ihtilâl, bir düzensizlik,  patlama ve ayaklanma devresi olmaktadır13.
Ancak Sabahattin Selek'e göre ihtilâlin kesin bir tanımı olmamakla  beraber yine de ihtilâli hazırlayan etkenler, ihtilâlin oluş şekli,  amacı ve dayandığı güç ya da güçler gibi bazı unsurlar üzerinde ortak  bir görüşe ulaşmak mümkündür. Selek, ihtilâli, esas itibariyle bir  "değişme" olarak kabul etmekte ve Fransız Laurousse Ansiklopedisi'nin  "bir devletin ekonomik, sosyal yahut politik strüktürünün anî ve  şiddetli bir şekilde değişmesi" şeklindeki ihtilâl tanımını  benimsemektedir. Bu bakımdan Selek, ihtilâlin tanım ve niteliği  konusunda, Yusuf Akçura ve Ahmet Mumcu ile aynı görüştedir14 .
Görüldüğü gibi ihtilâl, yönetenin yönetilen üzerinde zorla hükümran  olduğu toplumlarda mevcut yönetime karşı aniden ortaya çıkan kısa süreli  kanlı hareketlerin adıdır. 1789 Fransız İhtilâli, 1917 Rus İhtilâli ile
20.yüzyılın son çeyreğinde patlak veren 1979 İran İhtilâli bu tarz hareketlerdir.
Bunun dışında Yavuz Abadan, Hamza Eroğlu ve Toktamış Ateş gibi "Türk  İnkılâp Tarihi" yazarları ihtilâlin yukarıda verdiğimiz tanımlarını  kabul etmelerine rağmen Atatürk'ün eylemlerinin bütününü tanımlarken  "devrim" kavramını benimsemektedirler. Yavuz Abadan, Batı dillerindeki  "revolution" karşılığı olarak genellikle Türkçe sözlüklerde, ihtilâl  anlamı verilmesine, kendisi de inkılâp veya ihtilâl anlamlarına  geldiğini bilmesine rağmen "devrim" kelimesini kullanmaktadır. Abadan,  ihtilâlin Atatürk'ün eylemlerini ifadeye yetmediği düşüncesindedir. Ona  göre" gerçekte ihtilâl kelimesi canlı ve enerjik bir hareketin ifadesi  olmakla beraber devrimin ancak bir safhasını daha doğrusu tamamlanmamış  durumunu ifadeye elverişlidir."15. Bu bakımdan Atatürk'ün eylemleri,  yeni bir hukuk kaynağı yaratması ve buna uygun bir müesses düzeni  kurması yönüyle bir "devrim"dir16. Yine bir hukukçu olan Hamza Eroğlu  da, devrimi ihtilâlden daha geniş bir anlamda, halk hareketi olarak  mevcut düzeni zor kullanarak yıkma ve sonra yıkılan düzen yerine yeni  bir düzen kurma şeklinde değerlendirmektedir. Ayrıca, Hamza Eroğlu,  isyan veya ayaklanmadan farklı gördüğü ihtilâlin devrimin bir aşaması  olduğunu düşünmektedir17. Öyle ki Eroğlu, devrimi, halk hareketi  (ihtilâl), mevcut düzeni yıkma ve yeni düzen kurma şeklinde üç aşamalı  bir olay olarak görmektedir18.
Bir "Türk Devrim Tarihi" yazarı olan Toktamış Ateş, "yaşayan dilimizde  devrimin ihtilâl anlamına kullanıldığı kabul etmekle beraber devrimin  inkılâp olduğunu savunmaktadır. Ona göre, bir grubun devlet yönetimini  zorla ele geçirmesi ihtilâl olmakta ve bu tür eylemlerin "devrim"  sayılabilmesi için eylemci grubun "pek kısa zamanda temelli ve önemli  değişiklikler yapması" gerekmektedir ki, bu değişiklikler "devrim"dir.  Daha açıkçası, T.Ateş'in deyimiyle inkılâpdır19.
Anlaşılan o ki, ihtilâl, inkılâp ve devrim kavramları zaman zaman  birbirinin yerine kullanılmakta; bazen de ihtilâl, inkılâp veya devrimin  bir önceki aşaması olarak kabul edilmektedir. Ancak, ihtilâl hangi  siyasî ve toplumsal durumu ifade ederse etsin, mevcut düzene karşı kısa  süreli aniden ve şiddet içeren bir başkaldırı/ayaklanma olduğu  muhakkaktır. Burada şu soru önemlidir: Eğer ihtilâl bu ise Amasya  genelgesi, bu tanıma uymakta mıdır? Acaba, Amasya genelgesi, neyin  genelgesidir, neye karşı bir çağrıdır?
Genel olarak baktığımızda, Amasya genelgesi, millî hâkimiyet bildirisi,  bağımsızlık bildirisi veya ihtilâl bildirisi şeklinde tanımlanmaktadır.  Şunu ifade edelim ki, Atatürk başta olmak üzere Kâzım Karabekir, Ali  Fuad Cebesoy, Rauf Orbay gibi dönemin önemli şahsiyetlerinin eserlerinde  Amasya genelgesi dahil Atatürk'ün bütün eylemleri hakkında bu tarz bir  niteleme bulunmamaktadır. Hatta, Tarih IV Türkiye Cumhuriyeti adlı  eserde ihtilâl sözü geçmemektedir. Fakat, Amasya genelgesi hakkında  "Türk milletinin milletçe ilk organizasyonuna başlangıç olmak itibariyle  çok ehemmiyeti haiz" nitelemesi vardır20. Sadece, Mahmud Esat Bozkurt,  bu dönemdeki gelişmeleri anlatırken "Türk İhtilâli"nden sözetmiştir21.  Örnekleme yöntemiyle tesbit edebildiğim kadarıyla Enver Ziya Karal22,  "millî hâkimiyet", Yavuz Abadan23 "inkılâp iradesinin ilk hukukî  ifadesi", Enver Behnan Şapolyo24 "millî hâkimiyet yolunda atılmış bir  adım", Doğu Ergil25, Türk ulusal devletinin doğuşunu hazırlayan olayları  açış belgesi" şeklinde Amasya genelgesini millî egemenlik açısından  değerlendirirken, Hamza Eroğlu26, Sabahattin Selek27, Ahmet Mumcu28,  Salahi R. Sonyel29, Ergun Aybars30, Suna Kili31, ile Ali İhsan  Gencer-Sabahattin Özel32'in eserlerinde Amasya genelgesinin "ihtilâl  bildirisi" niteliği taşıdığı yazılmaktadır.
Görüldüğü gibi bütün bu değerlendirmeler, döneme ait belgelere dayanmış  gözükse de tarihe eleştirel bakamamaktan kaynaklanan çoğunlukla  birbirinden etkilenmelerin sonucunda aynı yargıların tekrarlandığı  dikkati çekmektedir. Ayrıca bu yargılarda ideolojik ön kabullerin-  Osmanlı altanat ve hilâfet karşıtlığı veya taraftarlığı gibi- de  belirleyici olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu ise sakınılması gereken  tarihe bugünden bakış (retrospektif bakış) anlamına gelmektedir ki,  doğrusu tarihi olguları o günün şartları içinde değerlendirme  (prospektif bakış) gerekliliğidir.
Bu prospektif bakışa göre, her şeyden önce, Amasya genelgesi, başta da  belirttiğimiz gibi, Mondros Mütarekesi'nden sonra başlayan işgalleri  sona erdirmek ve vatanın kurtarılmasını sağlamak amacıyla hazırlanan bir  belgedir. Nitekim Mustafa Kemal Paşaya göre "Tezahür eden millî  mücadele, harici istilaya karşı vatanın halâsını yegane hedef kabul  etmişti33. Aynı şekilde Mustafa Kemal Paşa, 18 Haziran 1919'da,  Edirne'deki I.Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşaya verdiği direktiften  hareketle mevcut amacı "Anadolu ve Rumeli teşkilâtı milliyesini tevhid  ederek bir merkezden temsil ve idare eylemek üzere, Sivas’ta umumî bir  heyeti millîye toplamaktı" diye açıklamıştı34. Dahası Mustafa Kemal  Paşa, böyle bir amacı ortaya çıkaran şartları da Cafer Tayyar Paşaya  gönderdiği telgraf emrinde işgalci güçler karşısında merkezi hükümetin  "esir ve âciz vaziyeti" şeklinde ifade etmiş ve " Tekmil Anadolu ahalisi  istiklâli millîyi tahlis için baştan aşağı yek vücut bir hale  getirilmiş ve bilaistisna tekmil kumanda heyetleri ve arkadaşlarımız  yüksek bir fedakârî ile müştereken ittihazı karar eylemiştir" diye  yazmıştı35. Bunun dışında, Amasya Genelgesi'nde, milletin durumunu  ortaya koymak, hukukunu dünyaya duyurmak için her türlü tesir ve  denetimden uzak bir millî heyetin kurulmasından (madde 4) söz  edilmekteydi. Kanaatimizce bu husus, vatanın kurtarılmasıyla ilgili bir  girişim idi. Bundan dolayıdır ki, 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir  başta olmak üzere sivil ve askerî erkân Mustafa Kemal Paşaya destek  vermekteydiler. Ancak daha sonra Mustafa Kemal Paşa lehine ortaya çıkan  ve onun siyâsî gücünü artıran bu durum, biraz da, Damad Ferid Paşa  hükûmeti'nin "esir ve âciz bir hükümet" olması bir yana, genişleyen  işgallere rağmen vatanın kurtuluşunu siyasette görmesi, her türlü askerî  hareketin, doğabilecek asayişsizliğin İtilâf Devletlerinin daha da  şiddetli işgal ve müdahalesine yol açabileceği endişesi ve en önemlisi  Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarının "ittihatçı" olarak görülmesi  sebeplerinin bir sonucu idi. Bu ise artan oranda Mustafa Kemal Paşanın  liderlik vasfının belirginleşmesinin etkisiyle tedricen Ankara'da,  İstanbul'un dışında yeni bir iktidar odağını ortaya çıkarmıştı36. Bundan  dolayı, Millî Mücadele hareketi bir yönüyle vatanın kurtarılması diğer  yönüyle iktidar mücadelesi niteliği taşımaktadır. Kanaatimizce, bu  iktidar savaşının başlangıcı, Amasya genelgesi değildir. Hatta, bu  genelge, amacı itibariyle ihtilâl bildirisi hiç değildir. Nitekim,  Şevket Süreyya Aydemir, bu hükmü genelleştirerek Türk Millî Mücadele  hareketinin hiçbir surette ihtilâl olmadığını, Mustafa Kemal Paşanın da  "ihtilâlci olmaktan daha ziyade inkılâpçı" nitelik taşıdığını  belirtmiştir. Ona göre, aksi davranış, "gerçekleri zorlamak olurdu37.  Aynı şekilde, Bayram Kodaman da Millî Mücadele adını verdiği Mustafa  Kemal Paşa liderliğindeki Anadolu hareketi hakkındaki ihtilâl  nitelemesini kabul etmemektedir.Ona göre "...Türk İstiklâl Savaşı,  metod, şekil ve muhteva yönünden emperyalist devletlerin saldırısına  karşı verilmiş millî bir mücadeledir. Kurtuluş Savaşı halk hareketi  olmadığı gibi bir iç isyan veya bir ihtilâl da değildir."38.
2. Hemen belirtmeliyim ki, Atatürk, sadece Amasya genelgesi hakkında  değil 1919-1938 yılları arasındaki hiçbir eylemini ihtilâl olarak  nitelendirmemiştir. O daha ziyade ihtilâl yerine ondan daha geniş anlam  içerdiğini düşündüğü inkılâp kavramını tercih etmiştir. Nitekim Atatürk,  5 Kasım 1925'de, Ankara Hukuk Mektebi'nin açılışındaki konuşmasında,  eylemlerinin adlandırılması konusunda kendi tercihini açıkça yapmış ve  Türk inkılâbı adını vermiştir39:
"Türk inkılâbı nedir? Bu inkılâp, kelimenin vehleten ima ettiği ihtilâl  manasından başka, ondan vâsi bir tahavvülü ifade etmektedir. Bugünkü  devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri bertaraf eden  en mütekâmil tarz olmuştur."
Bu şekilde, kendi eylemlerini Türk inkılâbı olarak adlandıran Atatürk,  nihaî amacını da 30 Ağustos 1925'de, Kastamonu'daki konuşmasında,  "yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye  Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mâna ve eşkaliyle medenî bir  heyet-i içtimaiye haline isal etmektir" şeklinde açıklamıştır40. Ancak,  bunu gerçekleştirmek için "bir anda, bir coup" gibi radikal bir tavır  sergilenmesi gerektiğini söylerken de “inkılap”dan sözetmiştir41. Hatta,  30 Ağustos 1925 tarihli Kastamonu konuşmasında ise, uğrunda mücadele  ettikleri, bütün eylemlerinin meşruiyet kaynağı olan "insanların ruh ve  vicdanlarındaki temayülü hakikîye nüfuz etmesini" bilen kişileri "hakikî  inkılâpçılar" olarak tanımlamıştır42.
Ne var ki Atatürk, kendi eylemini "inkılâp" olarak tanımlamaya devam  ederken aynı zamanda yapılan işler hakkında "ıslahat" kavramını da  kullanmıştır. Meselâ, 1 Mart 1924'de, 2.dönem, I. Toplantı yılı açış  konuşmasında, malî ve iktisadî işler hakkındaki "ıslahat”in önemine  değindikten sonra aynı şekilde, "teşkilât ve ıslahat-ı adliyeye" verilen  önemi ifade etmiştir43. Yine 1 Kasım 1924'de, 2.Dönem II.Toplantı yılı  açış konuşmasında, "Maarifte başlanılan ıslahat-ı umumiye ve esasiyeye  ciddiyetle devam olunmak lâzımdır" dedikten sonra "Adliye ıslahat-ı  umumiyesindeki isabetli tatbikat”tan sözetmiştir44.
Bu kez Atatürk, 1 Kasım 1925'de, BMM'nde yaptığı açış konuşmasında Türk  milletinin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak yönündeki kararlılığına  temas ettikten sonra milletin "teceddüd ve ıslahat sahasında gösterdiği  gayretlerin asırlardan beri olduğu gibi" boşa gitmemesini istemiştir45.  Bundan bir yıl sonra, BMM'nde yaptığı açış konuşmasında ise geçen dönem  içinde atılan adımlarla Cumhuriyet yönetiminin bunun sonuçlarını alacak  seviyeye ulaştığı müjdesini verirken yapılan işin "radikal ıslahat"  olduğunu söylemesi dikkat çekiciydi46. Daha da ilgi çekici olanı, aynı  konuşmada, "ıslahat-ı umumiye meyanında" Medenî, Ceza ve Ticaret  kanunlarının uygulamaya girdiğinden söz edilmesiydi47. Aynı şekilde,  İkinci kez Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, 1 Kasım 1927'de, BMM'nin  3.dönem, I. Toplantı yılı açış konuşmasında cumhuriyetin nasıl bir  devlet ortaya çıkardığını anlatırken ıslahattan sözetmiştir48:
"İstiklâl, milliyet ve muzafferiyet temellerinden tulü ve kıyam eden  cumhuriyet dört sene zarfındaki azimkârâne ıslahat ve inkişafatı ile ne  kadar sağlam esasata mübteni ve aziz Türk milletinin nasıl candan  aradığı bir şekli devlet olduğunu izhar ve ispat eyledi".
Bu kez Atatürk, 1 Kasım 1928'de, 3.dönem II.Toplantı yılı açış  konuşmasında dış siyasetten sözederken ıslahat kavramım telafuz  etmiştir49:
"Efendiler, Haricî siyasetimizle dürüstlük memleketimizin emniyetine ve  inkişafının masuniyetine dikkat, şiarı hareketimize kılavuz olmaktadır  (alkışlar). Esaslı ıslahat ve inkişafat içinde bulunan bir memleketin  hem kendisinde hem muhitlerinde sulh ve huzuru cidden arzu etmesinden  daha kolay izah olunabilecek bir keyfiyyet olamaz".
Bütün bu sözlerden anlıyoruz ki, Atatürk, Cumhuriyet döneminde öncülük  ettiği yenilikleri tanımlarken inkılâp kavramının yanısıra, ıslahat  hatta "radikal ıslahat" kavramlarını kullanmaktan çekinmemiştir.
3. Amasya Genelgesi'ne "ihtilâl bildirisi" nitelemesinde bulunulması  meselesine gelince, bunun iki boyutu olduğunu görüyoruz. Bunlardan  birincisi, Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişin ne kadar keskin ve köklü  dönüşüm olduğunu göstermek isteyen anlayış sahipleridir. Aynı zamanda bu  kişiler, güçlü bir redd-i miras düşüncesindedirler. Bu bakımdan Amasya  genelgesi, sembolik anlamda, " keskin ve köklü dönüşümün başlangıcı"  olmaktadır. Yani; Amasya genelgesi, adı ister inkılâp, ister ihtilâl ve  isterse devrim olsun, Atatürk'ün önderlik etmiş olduğu köklü bir dönüşüm  ve değişim sürecinin adıdır. Bu çalışmada, Amasya genelgesine ihtilâl  diyen bütün yazarlar, bu gruba girmektedirler50.
İkinci grup anlayış sahipleri, siyasî ve sosyal gelişmeleri "sınıf  açısından değerlendiren sosyalistlerdir. Bilindiği gibi, Temmuz 1920'de  yapılan III. Komünist Enternasyonal'in ikinci kongresinde,  milletlerarası komünizmin milliyetçi-burjuva/burjuva demokratik  nitelikteki millî kurtuluş savaşlarının desteklenmesi ve o ülkede  kurulacak komünist partinin öncülüğünde zaman içinde gerçekleştirilecek  bir ihtilâlle "komünist rejim"e dönüştürülmesi şeklindeki Lenin'in  görüşü kabul edilmişti51. Bu Leninist görüş, Türk sosyalistleri  tarafından o yıllardan itibaren benimsenmiştir. Bundan dolayı Doğan  Avcıoğlu52, Bülent Tanör53, Taner Timur54, Attila İlhan55, Doğu  Perinçek56 ve Yalçın Küçük57 gibi birçok Türk sosyalist akademisyen ve  yazar tarafından genelde Türk inkılâbını özelde ise Millî Mücadele  hareketiyle birlikte Amasya genelgesini ihtilâl kapsamında  değerlendirmişlerdir.
Sonuç
Her şeyden önce Amasya genelgesi, Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilâf  Devletlerinin işgallerine karşı Anadolu'da bölgesel ve perakende  başlayan direniş sürecinde ülke çapında merkezî örgütlenmeye duyulan  ihtiyacı ilk kez dile getiren bir belgedir. Sanılanın ve iddia edilenin  aksine Amasya genelgesi, ne kavram, ne Atatürk'ün sözleri açısından bir  ihtilâl bildirisi değildir. Öyle ki Atatürk kendi eylemleri hakkında  hiçbir zaman ihtilâl nitelemesinde bulunmamış ve "Türk inkılâbı"  demiştir. Bunun dışında, Cumhuriyet sonrası yapılan işler hakkında daha  yumuşak bir ifade sayılabilecek "ıslahat" ve "radikal ıslahat"  kavramlarını kullanmıştır. Hal böyle iken Amasya genelgesi hakkında  "ihtilâl" nitelemesinde bulunan bazı kimseler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e  geçişin ne kadar köklü/esaslı olduğunu göstermek istemişler ve bazıları  da tarihî-toplumsal olayları sınıf açısından değerlendiren sosyalistler  gibi ideolojik açıdan zorunluluk duymuşlardır ki, bunların tarihî  gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
--------------------------------------------------------------------------------
1 Genelgenin maddeleri için bkz.., Kemal Atatürk, Nutuk, I, 15.Baskı,  MEB Yayınları, İstanbul 1987, s.30-31; K.Atatürk, Nutuk III, s.915-916  (Vesika no. 26); Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Vatan  Neşriyat, İstanbul 1953, s.73-74; Ayrıca Selahattin Tansel, Mondros'tan  Mudanya'ya Kadar II, Üçüncü Basım, MEB Yayınları, İstanbul 1991, s.9-12.
2 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi I, Birinci Basım. Bilgi Yayınevi, Ankara 1991, s. 176.
3 A.E. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s.69-76.
4 Bu tepkilerin en belirgin biçimi düzenlenen mitinglerdi. Bunların en  önemlileri, İstanbul'da, Fatih (19 Mayıs), Üsküdar Doğancılar (20  Mayıs), Kadıköy (22 Mayıs) ile Sultanahmet (23 Mayıs) mitingleri idi.  Bunlardan Sultanahmet mitingine 300 bin kişi katılmıştı. Bkz., Kemal  Arıburnu. Millî Mücadelede İstanbul Mitingleri, Ankara 1975; H.E.  Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı. İstanbul 1962. s.25; İzmir'in işgaline  Doğu Anadolu halkı da şiddetli tepki göstermiş ve mitingler  düzenlemişti. Bu tepkiler ve mitingler için bkz., Bekir Sıtkı Baykal,  "İzmir'in Yunanlılar Tarafından İşgali ve Bu Olayın Doğu Anadolu'daki  Tepkileri". Belleten, XXXIII/32, Ankara 1969, s.517-535.
5 Mustafa Budak, İdealden Gerçeğe Misâk-ı Millî'den Lozan'a Dış Politika. Birinci Basım. Küre Yayınları, İstanbul 2002, s.73-82.
6 Bu değerlendirmeyi aslında, bizden çok önceleri hatıralarında Ali Fuat  Cebesoy yapmıştı: "...Amasya içtimai ve mukarreratının ehemmiyet ve  hususiyeti çok daha başkadır. Münferit ve mıntıkavi teşebbüsler  birleştirilmiş, bütün milletin istiklâl ve vatanımızın uğradığı tehlike  etrafında müttehit olduğu gerek harice ve gerekse dahile  gösterilmiştir.", A.F.Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s.76.
7 Türk Hukuk Lügati, Türk Hukuk Kurumu Yayınlan, Maarif Matbaası. Ankara 1944, s. 152.
8 Türkçe Sözlük I, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1988, s.686.
9 Bu değerlendirmede bulunan İbrahim Kafesoğlu, inkılâbı, "bir  toplulukta sosyal ve kültürel alanlarda bazı değişiklikler meydana gelme  hali" şeklinde Batı dillerindeki "evolution" karşılığında  kullanmaktadır. Bkz, Î. Kafesoğlu-Mehmet Saray, Atatürk İlkeleri ve  Dayandığı Tarihî Temeller, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı, İstanbul  1983, s.6-7.
10 Tabii olarak inkılâp, S. Özçelik'e göre, "Bir isyan ve ihtilâl  hareketi olmaksızın seller gibi kanlar dökülmeksizin cemiyetin idrâk  ettiği değişikliklerdir". Yani inkılâp, evolution kelimesinin  karşılığıdır. Bkz., S.Özçelik, İnkılâp Tarihi (Ders Notları), Filiz  Kitabevi, İstanbul 1978, s.3-7; Atatürk döneminin önemli hukukçularından  Mahmut Esat Bozkurt da radikal bir söylemle yazdığı konuyla ilgili  eserinde, evolution karşıtı olarak "mevcut bir durumun birdenbire  sarsılması ve esasından değişmesi anlamındaki bir olayı ihtilâl olarak  görürken siyasî ihtilâle ise "anayasanın, yasal, düzenli yöntemlerle  yapılan değişiklikler yerine birdenbire ortadan kaldırılması, yıkılması"  anlamını vermektedir. Bkz., M. Esat Bozkurt, Atatürk ihtilâli, 3.  Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 1995, s.39.
11 Yalnız Kübalı bu tanımı yapmakla beraber ihtilâl hareketinin işin  başında daha geniş nitelik taşıyan devrimin öncüsü olabileceği gibi  sosyo-ekonomik huzursuzlukların ve ideolojik etkenlerin yardımıyla bir  devrim niteliğini sonradan alabileceği düşünmektedir. Bu bağlamda  Kubalı'nın ihtilâl tanımı "devrimi gerçekleştirmek üzere mevcut  otoriteye karşı zora ve silâha başvuran hareket" olmaktadır. Bkz.,  H.N.Kübalı, Türk Devrim Tarih Dersleri, Birinci Kitap, Temel Bilgiler,  Kurulmuş Matbaası, İstanbul 1973, s.53.
12 Akçura, "Rusya İhtilâline Dair", Şura-yı Ümmet, s.48'den naklen  Francois Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri - Yusuf Akçura-  (1876-1935), Çeviren: Alev Er, Yurt Yayınları. Ankara 1986, s.72-73.
13 Ahmet Mumcu. Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi,  Dördüncü Baskı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınlan. Ankara  1976, s.2.
14 S.Selek. Anadolu İhtilâli. 6.Basım, Cem Yayınevi, İstanbul 1976, s.220-221.
15 Y. Abadan, Türk İnkılâbı Tarihi Notları, Ulus Basımevi, Ankara 1951, s.4-5.
16 Y. Abadan. a.g.e., s. 15-17. Oysa, Yavuz Abadan, 1938'de, İstanbul  Eminönü Halkevi'nde verdiği bir konferansta, Atatürk'ün eylemleri için  sadece "inkılâp" kavramını kullanıyordu. Bkz., Y. Abadan, İnkılâp ve  İnkılâpçılık, Eminönü Halkevi Konferansları, İstanbul 1938. s.7-16.
17 Bu yönüyle, H.Eroğlu, H.Nail Kübalı ile aynı düşüncedir. Bkz..  H.Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş  Dördüncü Basım, Ankara 1974, s.5-6.
18 H. Eroğlu. a.g.e., s.7-9.
19 T.Ateş, Türk Devrim Tarihi, İstanbul 1980, $32.
20 Ayrıca, “Artık İstanbul Anadolu'ya hakim değil tâbi olmak  mecburiyetindedir” sözünü Anadolu da yeni ve millî bir Türk hükümetinin  tesis kararının kat "iliği" şeklinde yorumlanmıştı. Bkz., Tarih IV  Türkiye Cumhuriyeti Tarihi. Devlet Matbaası, İstanbul 1931. s.34-35.
21 M. Esat Bozkurt. adı geçen ederinde daha ziyade “Türk İhtilâli"nden  söz etmekte ve zaman zaman da Atatürk İhtilâli” demektedir. Bkz.. M.  Esat Bozkurt, Atatürk İhtilâli, 3.Basım. Kaynak Yayınları. İstanbul  1995, s.53. 160 ve 284-288. Millî Mücadele ve Cumhuriyet'in kuruluş  yıllarında Atatürk’ün yakınında bulunmuş olan Tevfik Bıyıklıoğlu da,  daha sonraları yazdığı bir makalede, Anadolu hareketi ve TBMM'nin o  dönemdeki hukuki statüsü hakkında "ihtilâl' nitelemesinde bulunmakta ve  sık sık "Anadolu ihtilali demektedir. Bkz., T. Bıyıklıoğlu, "Birinci  Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Hukuki Statüsü ve İhtilâlci Karakteri",  Belleten, XX1V, 96. Ekim 1960, s.637-663.
22 İlgi çekicidir ki, Karal, Amasya genelgesine "Amasya Yazısı"  demektedir. Ona göre "Amasya yazısı, millî hakimiyet yolunda atılmış bir  ilk adımdır.". E.Z. Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1945), MEB  Basımevi, İstanbul 1945. s.26-27.
23 "Amasya Tamimi, inkılâp iradesinin ilk hukukî ifadesi olarak millî  hareketin ve millî hareketlerle başlayan hukukî tanzîm faaliyetlerinin  başlangıcıdır.", Y.Abadan, a.g.e.. s.52.
24 E. Behnan Şapolyo, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 3.Baskı, Rafet Zaimler  Kitabevi, İstanbul 1966, s.33; Ne var ki Şapolyo dönemle ilgili bir  başka eserinde "Anadolu ihtilâli"nden söz etmiştir. Bkz., E.B.Şapolyo,  Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadelenin İç Alemi, İnkılâp ve Aka  Kitabevleri, İstanbul 1967, s.65, 79 ve 96.
25 D. Ergil, Millî Mücadelenin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara 1981, s. 114.
26 “Amasya Tamimi ile Türk devriminin aksiyon safhası, yani ihtilâl su  yüzüne çıkmış, millî hâkimiyet ve millî istiklâle dayanan millî hareket  haksızlığa karşı bir isyan parolası olarak belirtmiştir. Amasya Tamimi,  bir ihtilâl beyânnâmesidir.”, H.Eroğlu, a.g.e., s. 91; H.Eroğlu, bu  görüşünü, daha sonra sunduğu bir kongre bildirisinde keskin bir şekilde  dile getirmişti. H.Eroğlu, "Amasya Tamiminin Hukukî ve Siyasî Önemi",  VII.Türk Tarih Kongresi, (Ankara 25-29 Eylül 1970) Kongreye Sunulan  Bildiriler, TTK Yayını, Ankara 1973, s.853-865.
27 S.Selek, Haziran 1919'daki gelişmelerden sürekli İhtilâl diye  sözetmektedir. Onun için Amasya'da alınan kararlar, "Anadolu ihtilâlinin  bildirisi niteliğinde idi." Bkz., S.Selek, Anadolu İhtilâli, s.  251-261.
28 "Amasya Tamiminin yayınlandığı gün Anadolu ihtilâlinin gerçek  başlangıç tarihidir", A. Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin  Temelleri ve Gelişimi, s. 38-39.
29 Sonyel, açıkça Amasya genelgesine "ihtilâl bildirisi" nitelemesinde  bulunmamasına rağmen genelgenin "ihtilâlci önderler" tarafından  imzalandığını yazmaktadır. S.R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış  Politika I, TTK Yayını, Ankara 1973, s. 80-81. 
30 E. Aybars, Amasya genelgesi için aynı kitabının bir yerinde "inkılâb  bildirisi" derken, diğer sayfada Amasya'da "ulusal ihtilâl kararlan"  alındığından özetmektedir. Bkz., E. Aybars, Türkiye umhuriyeti Tarihi I,  2bası. Ankara 1990. s. 164-165.
31 Her ne kadar Suna Kili. Amasya genelgesini "ihtilâl bildirisi" olarak  değerlendirmekle beraber aynı yerde ayrıca, genelgenin "bağımsızlık  bildirisi" olduğunu da belirtmektedir. Bkz.. S Kili, Türk Devrim Tarihi,  Tekin Yayınevi, İstanbul 1982, s. 24.
32 "İstanbul hükümetinin güçsüzlüğünün vurgulanmasından sonra yerine  millî bir kurulun oluşturulmasının zorunlu görülmesi genelgeye ihtilâl  bildirisi niteliğini kazandırmaktadır.". A. İ. Gencer - S. Özel, Türk  İnkılâp Tarihi, İkinci Basım, Der Yayınları. İstanbul 1994, s. 104.
33 Ancak Mustafa Kemal Paşa, bu tek amacın millî mücadelenin başarıya  ulaşmaya başlamasıyla birlikte farklı bir surece girdiğini şu sözlerle  ifade etmişti: "bu millî mücadelenin muvaffakiyete iktiran ettikçe safha  safha bugünkü devre kadar irade-i milliye idaresinin bütün esasat ve  eşkalini tahakkuk ettirmesi tabii ve gayri kabili içtinap bir seyri  tarihi idi." K.Atatürk, Nutuk I, s. 15.
34 Kemal Atatürk, Nutuk I, 15.Baskı. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1987, s.30.
35 Vesika No. 19, K. Atatürk, Nutuk III, s.910-911.
36 Bu yeni iktidar odağına giden tedricî süreci, bizatihi Mustafa Kemal  Paşa şu sözleriyle ifade etmişti: "...bu millî mücadelenin muvaffakiyete  iktiran ettikçe safha safha bugünkü devre kadar irade-i milliye  idaresinin bütün esasat ve eşkalini tahakkuk ettirmesi tabii ve gayri  kabili içtinap bir seyri tarihi idi", K.Atatürk, Nutuk, I, s. 15.
37 Bunun sebebini Aydemir, şu sözlerle açıklamaktadır: "Çünkü Türk Millî  Kurtuluş Hareketi, sadece siyasî bir darbe ve siyasî iktidar değişmesi  gibi kısa süreli ve geçici bir gelişme olmadığı gibi Gazi de ihtilâlci  olmaktan ziyade inkılâpçıdır. Yani, uzun süreli, toplumun yapısında  temel değişmeleri, keyfiyet değişikliklerini hedef tutan bir hareketin  öncüsüdür", Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal (1922-1938),  III, Remzi Kitabevi, Ankara 1965, s.191.
38 B.Kodaman, "Millî Mücadele'nin Tarihî ve Sosyal Açıdan  Değerlendirilmesi", Millî Mücadelede Amasya Sempozyumu, 20-22 Haziran  1986, Samsun 1986, s.26.
39 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (Bundan sonra ASD), II (I-III), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1997, s. 249.
40 ASD, II, s. 224
41 E.Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, Milli Eğitim Basımevi. İstanbul 1986, s.44.
42 ASD, II, s. 224.
43 ASD, I, s. 346-347.
44 ASD, I, s. 352-353.
45 ASD, I, s.356.
46 "İçtimâi bünyemizin hiçbir hadisesini, hiçbir derdini yarım  tedbirlerle uyuşturmak şiarında ve istidadında olmayan Cumhuriyet,  tevessül ettiği radikal ıslahatın ilk devrelerini geçirmiş ve günden  güne artacak semerelerini iktitaf etmek devrine girmiştir.". ASD, I,  s.362.
47 ASD, I, s.363.
48 ASD, I, s.372.
49 ASD, I, s.374.
50 Aslında bu yazarların çoğunun pozitivist geleneğe bağlı kimseler  olduğu dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda Şerif Mardin'in çoğunlukla  vulgarize bir pozitivist anlayışa sahip Jön Türklerin devlet ve topluma  bir "içtimai tabip" gözüyle bakmaları hakkındaki şu değerlendirmesi,  anlamlı olup bu düşüncenin bugünkü sözünü ettiğimiz varislerini de doğru  bir şekilde anlatmaktadır: : "Bu çerçeve, tarihî gelişim sürecine yer  vermemektedir. Devlet bazen hastalanır, amma o hastalığın tarihî bir  boyutu yoktur. Hastalıklar farklı olabilir, fakat bir zaman-tarih  çizgisi boyunda şekillenmez. Bu yaklaşımda tarih katlarının açığa  çıkması (unfolding of history) şeklinde bir görüş açısı eksiktir.",  Ş.Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, 2.Basılış, İletişim  Yayınları, İstanbul 1983, s. 17.
51 Bu komünist stratejinin özlü bir anlatımı için bkz., Fahir Armaoğlu,  20.Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,  Ankara 1984, s.308-309; Marksist açıdan yazılmış bir Türk Millî  Mücadele Tarihi için bkz., A.M. Şamsutdinov, Mondros'tan Lozan'a Türkiye  Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu,  Doğan Kitap, İstanbul 1999.
52 Türk millî mücadele hareketini "millî kurtuluş devrimi" olarak  niteleyerek hareketin "sınıfsal yapısı"nı araştıran Doğan Avcıoğlu, aynı  zamanda Amasya Genelgesi'nin hazırlandığı dönemdeki gelişmeleri  "ihtilâl" şeklinde değerlendirmektedir. D. Avcıoğlu, Millî Kurtuluş  Tarihi, III, İstanbul 1974, s. 1203 vd.
53 Bülent Tanör de Anadolu hareketinin "sınıfsal" gerçeğine dikkat  çekmektedir. B. Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 9. baskı, Yapı  Kredi Yayınlan, İstanbul 2002, s.228-233.
54 Taner Timur, daha açık bir şekilde, " Türk Devrimi"ni sınıf  gerçeğinden hareketle değerlendirmiştir. Bkz., Türk Devrimi ve Sonrası,  3. Baskı, İmge Yayınevi, Ankara 1994, s. 57-95.
55 Atilla İlhan ise Millî mücadele hareketini " Anadolu ihtilâli" olarak  şu sözleriyle değerlendirmektedir: " Yapısı, teokratik ve feodal,  durumu yarı sömürge, egemenliği sultan, saray aristokrasisi ve  işbirlikçisi komprador burjuvazisi bir ülkede halkın kayıtsız şartsız  egemenliğini kurmak, yani iktidarın yapısal niteliğini halk lehine  değiştirmek!", A.İlhan, Hangi Atatürk, Birinci basım, Bilgi Yayınevi,  İstanbul 1981, s. 128-129.
56 İhtilâlci tavrın en açık ve sert anlatımı Doğu Perinçek'e aittir:  "Kemalizm burjuvazinin ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz bir  ideoloji olarak Kemalizmi savunmuyoruz, Ama biz Kemalistlerin önderlik  ettikleri Millî Kurtuluş Savaşımızı halkımızın devrimci tarihinin bir  parçası olarak görüyor ve bu devrimci mirası savunuyoruz.", Bkz., D.  Perinçek, Kemalist Devrim, 2.baskı, Aydınlık Yayınları, İstanbul 1979,  s.95.
57 "Mustafa Kemal, kendi sınıfsal konumunda liderliğini yaptığını  burjuva-demokratik devrimde gerçekten çok büyük bir lider..... Bugün  işçi sınıfının siyasal hareketi olmasa Türkiye hiçbir zaman işçi  sınıfının müttefiki emekçilerle kuracağı iktidar dönemini göremez. Bu  dönem gelecek. Geldiği zaman da "resmi" tarih de yeniden yazılacak. Bu  tarihte Mustafa Kemal'in yeri ve konumu zamanında işçi sınıfının siyasal  hareketi içinde yer alan ve zindanlara lâyık görülenlere göre  değerlendirilecek", Bkz., Y. Küçük, Türkiye Üzerine Tezler (1908-1978),  Tekin Yayınevi, İstanbul 1978, s. 14.
Doç. Dr. Mustafa Budak
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 57, Cilt: XIX, Kasım 2003
 
 

 
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı, anıları, fotoğrafları, nutukları, mektupları, devrimleri