İkisi de 1881 yılında doğan Atatürk ile Enver Paşa’nın yürüdüğü yol,  Birinci Dünya savaşı sonuna kadar devam ederken, asker ve devlet adamı  olarak basamakları daha hızlı tırmanan Enver Paşa(1881-1922), Çanakkale  Savaşı’nda ordu komutanlığı yaparken, Atatürk Anafartalar Cephesi’ni  savunmuştu. İkili, 
Meşrutiyet’in ilanında, Balkan Harbi’nde,  Trablusgarp’ta birlikte savaşmıştı. Bunların çoğunda ise rütbe olarak  üstün olan Enver Paşa idi.
Çanakkale Savaşlarının yıldız komutanı Mustafa Kemal’dir. Enver Paşa’nın  hırslarına sınır olmadığını gösteren bir olay yaşanır. Bazı kaynaklar  da, rütbesine güvenen Enver Paşa, “Mustafa Kemal’i kıskandığı için, onu  kurulmamış birliklere komutan tayin ederdi”, diye yazmaktalar.
Enver Paşa ve partizanları kendisi ile Anafartalar üzerine yapılan bir  konuşma, fotoğrafla birlikte Harp Mecmuası’nda basılacağı sırada, Enver  Paşa, dergi baskısını durdurarak, Mustafa Kemalin resmini çıkartıp,  yerine Alman Komutan Liman Von Sanders’in fotoğrafını koydurmuştur.  (Otto Von Sanders 1855-1929) Çünkü ona göre, Mustafa Kemal, “Sarıkamış  bozgununun manevi yükü altında kıvranan Enver’i gölgede bırakmamalı  idi”…
ENVER MUSTAFA KEMAL FARKI
Ama ortada herkesin gördüğü, tanık olduğu Mustafa Kemal ve Enver Paşa  arasında belirgin özellikler vardı: Enver Paşa uçuk, Mustafa Kemal  gerçekçidir. Enver Paşa saldırgan, Mustafa Kemal savunmacıdır. Enver  Paşa çağ dışı, Mustafa Kemal çağdaştır. Enver Paşa, elleriyle batırdığı  imparatorluğun içler acısı durumuna bakmadan yeni bir imparatorluk kurma  düşleri besleyecek kadar hayalci, Mustafa Kemal, bu enkazdan milli bir  devlet çıkarmayı planlayacak kadar akılcıdır. Enver Paşa emperyalizme  (Almanlara) sonuna kadar teslimiyetçilik içinde iken, Mustafa Kemal,  “istiklal-i tam” demektir. Adeta Enver’in kişisel hırsları devlet  çıkarından öndedir.
MUSTAFA KEMAL’İ KISKANIRDI
Enver Paşa, Mustafa Kemal’i öylesine kıskanıyordu ki, Doğu’da Ruslara  karşı başarı kazanıp, Kafkasya ve Türkistan’ı kurtarmak ve böylece  Mustafa Kemal’in başarılarını gölgelemek, onu geçmek istiyordu.
Yeterli giysi ve mühimmata sahip olmayan Üçüncü ordunun üç kolordusu (9,  10, 11. Kolordular), 24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Ruslara  taarruza geçti. 150 000 kişilik ordunun 90 000’i (veya 60 000’i) donma,  dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu. Sarıkamış İstasyonuna  giren Enver Paşa, bu felaket karşısında, Üçüncü Orduyu yüzüstü bırakıp,  İstanbul’a döndü. İşte Enver Paşa’nın zamansız ve ucuz zaferi böylece  felaketle sonuçlanırken, Ruslar Erzurum’a doğru ilerlediler.
Enver Paşa’nın Yapısı: Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, İttihat  ve Terakki ileri gelenleri de umut keserek tek bir barış denemesinde  bulunmak istemişlerdi. Fakat Enver Paşa ile bu bahis üzerinde konuşmak  ihtimali yoktu. Atatürk’ün eski umum kâtibi Hasan Rıza Soyak’ın  (1888-1970) babası Üsküp’te 1908 ihtilalından önce Enver’i tanımıştı.  Enver kendisinin elini öper; herkesten kaçırdığı Sultan eşini de yalnız  ona çıkarırdı. Bir gün kendisini Merkezi Umumiye çağırıp:
“-Senden bir ricam var. Enver Paşa’ya yalnız sen söz anlatabilirsin”,  dediler. Meselenin ne olduğunu da söylediler. Enver Paşa’ya gitti;  başkumandan kendisini yemeğe alıkoydu. Soyak’ın babası uzun uzun  anlattı, Enver Paşa şöyle diyordu:
“-Vah… Vah” dedi, “seni de zehirlemişler. Ben Cenab-ı Hak tarafından  Türk milletini kurtarmak ve yükseltmek için “muekkil’im” (vekil  edilmişim). “Onun için hiç üzülme; rahat uyu”.
Akşam eve döndükten sonra babası oğluna der ki:
“-Hani Harbiye Nazırı, Başkumandan, damad olmasa Enver’in yeri tımarhanedir.” 
İngilizler, İstanbul’u işgalden sonra kimi Türk aydınlarını Malta  adasına sürmüşlerdi. Süleyman Nazif’le Enver Paşa’nın babası Ahmet Paşa  da sürgünler arasındaydı. Süleyman Nazif, Ahmet Paşa’ya:
“-Paşa hazretleri, gelin, bir kız alıp sizi burada evlendirelim”…diye tutturur. 
“-Niçin?
“-A efendim, bir oğlunuz oldu. Enver, koca Osmanlı İmparatorluğunu  batırdı. Belki burada doğacak oğlunuz da şu uğursuz İngiltere  İmparatorluğunu batırır da, dünyanın başını dertten kurtarır…
Enver Paşa’nın babası olan Ahmet Paşa’yı bir toplantıda şu sözlerle övüyorlarmış:
“-Çok iyi adamdır çok temizdir, çok namusludur. Kumar oynamaz rakı içmez, harama el sürmez, kadında gözü yoktur…”
Orada bulunan Süleyman Nazif, şöyle bir esprili, imalı şaka yapar:
-Ah, der, bu kadar namuslu adam keşke kendi karısına da elini sürmeseydi de şu Enver’i başımıza çıkarıp bela etmeseydi… 
Bazı tarihi kaynaklar “1914 de Enver Paşa, Alman Gayzeri II. Wilhelm’den  beş milyon altın alma karşılığında I. Dünya savaşına girdi” diye  yazarlar. Oysa Mustafa Kemal bu savaşa katılmak niyetinde değildi.
Birinci Dünya Harbinde bozgunlar üzerine, Enver Paşa halk arasındaki  cahil insanların dedikodularını durdurmak için, kadın tavizine girişir.  Tarihimizdeki tespitlere göre, deprem, yangın, savaş,  bozgun-yenilgileri, bazı cahil ve yobaz insanlar, bu felaketlerin  dinsizlikten, ahlaksızlıktan geldiğini yorumlarlar, telafisi için de  ülkenin aydın insanlarına ve “açık saçık gezen kadınlara” yüklerlerdi.  Özellikle Osmanlının işgal ve yıkılış yıllarında “alaylı subaylara”,  kadınlara saldırılırdı.
Çarşafların ayakların hangi noktasına kadar ineceğini tespit etmek için  bir komisyon bile kurdurmuştur. Yine bir polis müdürü, otellerin birinde  karı kocanın birlikte oturduklarını duyunca, bizzat otele giderek  kadını sokağa atmıştır.
Çanakkale Cephesinde dövüşen büyük rütbeli bir subayın, anaları Alman  olan kızları, bir gün Alman davetlileri ile birlikte buluşmuşlar. (Zaten  cephenin başkomutanı Alman’dı, Liman Von Sanders). Türk Kadını bu  davette bulundu diye, Bağnaz Enver Paşa bunu duyar duymaz, cephede  savaşan subay babayı hemen emekliye ayırmıştır, oysa cephede zabit  (subay) sıkıntısı çekilmekte idi. O aileden bir hanımla evli olan bir  levazım memurunun da görevine son verdirmiştir.
Enver Paşa, kaprisli ve kıskanç olduğu için, hemen ucuz başarı peşinde  idi. Çetin kış şartlarını, ordunun durumunu hesaplamadan, Arap Çöl ve  sıcağından yaz kıyafeti ile gelen ordu birliklerini, Sarıkamış’ta, ani  bir baskınla Rusları yenmek dışarı atmak ve de ün kazanmak peşinde idi.  Sonuç facia ile sonuçlanınca, durumu halktan gizlendiyse de facia belli  idi, on binlerce asker çarpışmadan cephede donarak can vermişti. Hayal  ve ihtiras peşinde olan Enver Paşa, bu sefer Türkistan’ı kurtarma  yoluyla ün kazanmaya çalıştı ise de, orada vurularak öldürüldü.
Kurtuluş Savaşımızın devam ettiği, Başkomutanlık Meydan Muharebesinin  hazırlık yapıldığı günlerinde 4Ağustos 1922′de Kurban Bayramı sırasında  Tacikistan’da, Belçivan yakınlarında Agop Melkovian komutasındaki  Bolşevik Ruslara karşı yapılan bir çarpışmada, üzerine düşen havan  topuyla öldü ve Çeğen köyüne gömüldü. Naaşı 1996 da Türkiye’ye  getirilerek Abide-i Hürriyet Mezarlığına Talat Paşa’nın yanına gömüldü.
Ordusunun gerçek durumunu bilmeyen Enver Paşa, İstanbul’da evinde bir  süs köpeğinin iyi bakılıp bakılmadığını merak ededursun, kış iyice  yaklaşıyordu. Türk Ordusu Allahuekber Dağlarının geçitlerine doğru  tırmanırken, dondururcu ayaz -40 lara doğru iniyor; neferler de  soğuktan, bitten, tifüsten perişan dökülüyordu. 26 Kasım 1914 akşamı  orduda 560 hasta, hastalıktan ölen askerler 29, toplam hasta sayısı 6929  dur. Ölenlerin 28 tanesi de tifüstendir. Atalarımız, o kıtlık, yokluk  savaş yıllarında, bit pirenin çok olduğu zamanlarda, “pire itte, bit  yiğitte bulunur” diye, o günlerle örtüşen, ama iğrenç bir atasözü  uydurmuşlarsa da, asker bit ve tifüsten perişandı, kırılıyordu.
Daha önceki, 1877–1878 Osmanlı Rus Harbinde (93 Harbi) bazı İngiliz  kaynaklarının yazdığına göre, ölen 43 bin askerden ancak yedi bini  düşman saldırısında ölmüş, gerisi hastalıktan, tifüsten ölmüştür.  Doğunun birçok vilayetleri bu perişan koşullarda düşman eline düşmüştür.  Erzurum ve civarı düşmana teslim olurken, birçok bölge ve cephede ölen  40 bin kişiden çoğunluğu kıtlık, tifüs, bit, verem, kolera, dizanteri  yüzünden ölmüştü.
Atatürk Devrimlerinden önceleri 1914 lerde İstanbul Belediye Başkanı Dr.  Cemil Topuzlu, İstanbul’ yenilikler getirme çabasındadır. Çeşitli  başarıları yanında Topkapı Sarayı’nın altındaki mezbelelik yerleri çok  güzel bir park haline getirir. İstanbul halkı kadın erkek bu parka  doluşmaya başlayınca, tutucular tarafından kıyamet koparılır. İttihat ve  Terakki Partisinin güçlü liderlerinden Enver Paşa şöyle kükrer: “Ne  demek? Kadın-erkek nasıl olurmuş da yan yana parkta dolaşırlarmış. Tez  kadın ile erkeklerin aynı anda parka girmeleri yasaklana…”
Aradan 92 yıl geçtikten sonra 20 Kasım 2006 tarihli Hürriyet Gazetesinin  20. sayfasında Tufen Türenç’in köşesinden öğrendiğimize göre, İstanbul  Bağcılar Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklı, “kadınlar çekingen  davranıyorlar, parklara da gitmiyorlar, kadınların spor yapmaları,  çocuklarını gezdirmeleri için, erkeklerin kesinlikle giremeyeceği bir  park yaptırmayı düşündüğünü” söylüyordu.
Osmanlının son yıllarındaki İstanbul tramvay, vapur ve otobüslerinde  kadınlar ayrı, erkekler ayrı otururlarmış. Yakın zamana kadar kapalı  yerlerde “harem-selamlık” biçiminde, plajlarda bile kadın erkek ayırımı  yapılırken, demek ki parklarda dışarıda açık havada bile kadın erkek  ayırımı yapılacak diye düşündüğümüz sıra, ülke kültürünü geriye  götürecek, toplumu cahil bırakacak dindarlaşma, 4+4+4 gibi “ucube”  eğitim sistemi gelmeye başladı gibi.
Kaynak:
1- Çankaya. Falih Rıfkı Atay Sf:100–124
2- Ustura Dergisi (Günaydın Gazetesinin ilavesi). Cilt:1 sf:7 
Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı, anıları, fotoğrafları, nutukları, mektupları, devrimleri
 
 
 
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı, anıları, fotoğrafları, nutukları, mektupları, devrimleri